Türkiye, son yıllarda ekonomik büyüme oranlarıyla dikkat çeken bir ülke olarak öne çıkıyor. Ancak bu büyümenin ardında, görünmeyen ve çoğu zaman göz ardı edilen bir gerçek yatıyor: Yoksul çocuklar. “Zengin ülke, fakir çocuklar” söylemi artık bir Dickens romanı olmanın ötesine geçerek, toplumumuzun acı gerçeği haline geldi. Tüm bu zenginliğin sadece bir kesimin cebine girdiği, yoksulluk sınırının altında yaşayan çocukların sayısının ise giderek arttığı bir tablo ile karşı karşıyayız.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, 2022 yılında ülkemizde yaşayan çocukların yüzde 16,9’u yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Bu rakam, sosyal hizmetlerin yetersizliği ve ekonomik dengesizliklerin etkisiyle giderek tırmanmaktadır. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlere erişim imkânları da bu koşullardan olumsuz etkileniyor. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan çocuklar, eğitimlerine devam edebilmek için büyük fedakârlıklar yapmak zorunda kalıyorlar. Okul çağındaki çocukların önemli bir bölümü, yaşam mücadeleleri nedeniyle okul yerine çalışmak zorunda kalıyor.
Yoksulluk, yalnızca ekonomik bir durum değildir; aynı zamanda bir yaşam koşuludur. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yaşayan çocuklar, sağlıklı gıdaya ulaşmakta zorlanıyorlar. Birçok aile, temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta güçlük çekiyor. Bu durum, çocukların gelişimini olumsuz etkileyerek, geleceklerini tehdit ediyor. Eğitim hakkına erişim bile, ailelerin maddi durumu ile doğru orantılı hale gelmiş durumda. Okul masraflarını karşılayamayan pek çok aile, çocuklarını okula göndermek yerine, evin geçimine katkıda bulunmaları için çalıştırıyor.
Birçok sivil toplum kuruluşu, bu sorunun çözümüne yönelik çalışmalar yapıyor. Ancak devlete düşen, yoksullukla mücadelenin yanı sıra çocukların eğitim haklarını güvence altına almak için de acil önlem almaktır. Aksi takdirde, eğitimden mahrum kalan her bir çocuk, toplumumuzun geleceğinde büyük bir kayıp yaratacaktır. Türkiye'nin ekonomik büyümesi, tüm bireyleri kapsamalı ve herkesin eşit şekilde faydalanabileceği bir yapı oluşturmalıdır.
Yoksul çocukların hikayeleri, toplumu harekete geçirecek bir farkındalık yaratma potansiyeli taşıyor. Her bireyin, bu sorunların çözümüne katkı sağlayabileceği birçok alan bulunuyor. İster gönüllü olarak bir sivil toplum kuruluşun da yer alın, isterse bu konuları gündeme getiren sosyal medya paylaşımlarında bulunun; her küçük adım, önemli bir değişim yaratabilir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin büyüyen ekonomisi, sadece ölçülebilir rakamlarla değil, aynı zamanda bu rakamların içindeki insani değerlere de odaklanarak pekişmelidir. Zengin ülke, fakir çocuklar gerçeğinin üstesinden gelinmesi, ulusal bir hedef haline getirilmelidir. Unutmayalım ki, en değerli olan şey, çocukların sağlıklı bir gelecek için ihtiyaç duyduğu her şeydir. Herkesin, bu sorumluluğu üzerine alması gereken bir dönemdesiyiz.